Kamuoyunda da sıklıkla karşılaşıldığı üzere, özellikle hatalı burun estetiği ameliyatı nedeniyle istenilen sonuç alınamadığında veya tedavi sonrası ortaya çıkan olumsuz durumlarda sorumluluğun nasıl belirleneceği merak konusu olmaktadır.
İçindekiler
- HATALI ESTETİK OPERASYONLAR
- HATALI BURUN ESTETİĞİ SONUCUNDA HEKİMİN SORUMLULUĞU
- HEKİMİN MÜDAHALE SONUCUNU TAAHHÜT ETMESİ
- HATALI BURUN ESTETİĞİ SONUCU EKONOMİK GELECEĞİN SARSILMASI
- HATALI BURUN ESTETİĞİ TAZMİNAT BOYUTU
- HATALI BURUN ESTETİĞİNDE CEZAİ SORUMLULUK BOYUTU
- HATALI BURUN ESTETİĞİNDE İDARENİN SORUMLULUĞU BOYUTU
- HATALI BURUN ESTETİĞİ SONUCUNDA AÇILABİLECEK DAVALAR NELERDİR?
- HATALI BURUN ESTETİĞİ TAZMİNAT DAVALARINDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME HANGİSİDİR?
- HATALI BURUN ESTETİĞİ TAZMİNAT DAVALARINDA ZAMANAŞIMI
- HATALI BURUN ESTETİĞİ İLE İLGİLİ YARGI KARARI
- HATALI BURUN ESTETİĞİ DAVALARINDA SAĞLIK HUKUKU AVUKATI SEÇİMİ
HATALI ESTETİK OPERASYONLAR
Estetik operasyonlar ve özellikle ihtiyari olarak gerçekleştirilenler genellikle tedaviyi alan tarafın rızası dahilinde gerçekleşmektedir. Ancak bu rızanın, kapsam dışına çıkılmak suretiyle aşılması sonucunda ortaya istenmeyen durumlar çıkmaktadır. İşte bu istenmeyen durumların hastanın hayatında ortaya çıkardığı etkiler bakımından sonuçları önem arz eder. Zira bu sonuçlar istenebilecek maddi ve manevi tazminatın kapsamını belirleyecektir. Bu bağlamda sözgelimi, burun estetiği olan kişinin 1 ay sonra yüzünde gerçekleşen gerilmelerden dolayı konuşmakta güçlük çekmesi hayatının devamı açısından oldukça önemli bir durumdur. Dolayısıyla maddi ve manevi tazminat sorumluluğu hesaplanırken bu vb. hususlar mutlaka göz önüne alınmalıdır. Hatalı burun estetiği ameliyatları ise sıkça yapılan estetik operasyonlardandır.
HATALI BURUN ESTETİĞİ SONUCUNDA HEKİMİN SORUMLULUĞU
Hatalı burun estetiği operasyonunu gerçekleştiren hekimin hukuki ve cezai sorumluluğunun belirlenmesi önem arz etmektedir. Literatürde, bu konuda farklı eserler olmakla beraber bu çalışma kapsamında işin sözleşmesel boyutu değil, sözleşme ne olursa olsun bu sözleşmeye aykırılıktan doğacak hukuki sorumluluk ve sonuçlar ele alınacaktır.
HEKİMİN MÜDAHALE SONUCUNU TAAHHÜT ETMESİ
Özellikle estetik amaçlı tıbbi müdahaleler konusu ile bir arada değerlendirilen diğer bir konu da hekimin müdahale sonucunu taahhüt etmesidir. Esasen bu durum da tarafların, sözleşme serbestisi çerçevesinde özen konusunda daha yüksek bir ölçüt hususunda anlaşması niteliğindedir. Zira bu ihtimalde, hekimin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde basiretli hekimin göstermesi gereken davranışın ötesinde bir değerlendirme yapılarak taahhüt ettiği sonucun gerçekleşip gerçekleşmediği dikkate alınacaktır.
Yargıtay, estetik amaçlı tıbbi müdahaleleri konu edinen hekimlik sözleşmelerinde hekimin sonucu taahhüt etmesini müdahalenin doğal sonucu olarak kabul etmektedir. Bu kapsamda hekim açıkça sonucu taahhüt ettiğini açıklamış olmasa dahi estetik amaçlı müdahalede hekimin başarılı müdahale sonucundan (eserden) sorumlu olduğuna yönelik kararları mevcuttur.
Biz bu konuyu estetik amaçlı müdahalelerden ayrı bir başlık ile incelemenin uygun olacağı kanaatindeyiz. Zira hekim, tedavi amaçlı bir müdahalede de -örneğin gırtlaktan tümörlü kısmın çıkarılması- sonucu taahhüt edebilir. Her iki hekimlik sözleşmesi açısından da sonuç taahhüdünün geçerli olup olmadığı birlikte değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Hatalı burun ameliyatı dışında genel olarak estetik ameliyatlarla ilgili makalemizi okuyabilirsiniz:
Hekim ile hasta arasında sözleşme kurulmasını takiben hekim hasta menfaatine özenle iş görmeye başlayacaktır. Daha evvel belirtmiş olduğumuz üzere, burada hekim edim sonucundan değil edim fiilinden sorumludu. Şu halde hasta ile hekim arasındaki sözleşmenin sonuç garantisini ihtiva etmediği tartışmasızdır. Buna rağmen başarılı sonucu taahhüt eden hekimin bu taahhüdü geçerli sayılabilir mi?
Bir görüş, hekimin sonucu taahhüt etmesinin TBK md. 27/f.I uyarınca geçersiz olacağını ifade etmektedir.Keza hekim tüm özeni göstermiş olsa dahi elinde olmayan ve çoğu zaman kaçınılamayan sebeplerle başarılı sonucu elde edemeyebilecektir. Geçersiz sonuç taahhüdüne rağmen hekimlik sözleşmesinin TBK md. 27/II fıkrası uyarınca geçerli kabul edilmesi halinde ise hekimin, aydınlatma yükümlülüğünü gerektiği gibi yerine getirmemesi nedeni ile sorumluluğu söz konusu olabilecektir.
Aynı kavramdan yola çıkan bir diğer görüş de vekilin sonucu taahhüt etmesinin sınırını TBK md 27 hükmünde bulmaktadır. Bu kapsamda üstlenilen işin sonucu imkansız olmadıkça vekil tarafından verilen taahhüdün geçerli olduğu kabul edilmektedir. Bu görüşe göre vekil tarafından verilen taahhüt, vekili daha özenli iş görmeye sevk edeceğinden müvekkilin de menfaatinedir.
Ancak hekimlik gibi sonucu sadece hekimin inisiyatifinde olmayan vekalet ilişkilerinde vekilin (hekimin) sonucu taahhüt etmesi geçersiz kabul edilmelidir. Burada bir diğer görüş ise gerek hekimlik gerek avukatlık sözleşmelerinde vekilin sonucu taahhüt edebileceğini ve bunun, sonucun gerçekleşmemesinden doğan zararı tazmin etmemek adına vekili daha fazla özen göstermeye iteceğini belirtmektedir.
Biz, hekimin gerek tedavi amaçlı müdahalelerinin gerek estetik amaçlı müdahalelerinin sonuç taahhüdü vermeye olanaklı olmadığı kanaatindeyiz. Zira burada hastanın bünyesel koşulları ya da tıp biliminin elverişliliği gibi hekimden bağımsız ve ilave şartlar bir bütün olarak sonuç üzerinde etkilidir. Ne var ki nadir de olsa hekimin başarılı müdahale sonucunu taahhüt etmesi ile karşılaşılabilir. Bu taahhüdün geçerli olup olmadığını inceleyebilmek amacı ile başarılı müdahale sonucuna engel olabilecek unsurlar üzerinde durmak gereklidir.
Hekimin hasta ile arasında akdedilen sözleşmenin amacına kavuşamamasının birçok nedeni olabilir. Hekimin ya da hastanın kendisinden kaynaklanan nedenler bulunabileceği gibi dışsal faktörler nedeni ile de sonuç gerçekleşmeyebilir. Ancak tıp biliminin doğası gereği, amaçlanan sonuca ulaşılmamasında temel faktör tıp terminolojisinde komplikasyon olarak ifade edilen ve tıbbi müdahalenin doğasına bağlı faktörlerdir.
Tıp alanında komplikasyon terimi ile ifade edilen, olası müdahale akabinde rastlanılabilecek olumsuz, istenmeyen durumlardır. Örneğin bir cerrahi müdahale akabinde hematom (kan birikimi), enfeksiyon, sinir zedelenmesi gibi istenmeyen durumlar görülebilir. Bu tip istenmeyen durumlar, bu müdahalenin kaçınılamaz riski (komplikasyon) şeklinde tezahür edebileceği gibi hekimin tıbbi standartlara aykırı davranışı nedeni ile de ortaya çıkabilir.
Burada önemle belirtmek gerekir ki tıp ve hukuk biliminin komplikasyon terimine kimi durumlarda farklı sonuçlar bağladığı anlaşılmaktadır.
Gerçekten klasik tıp literatürü incelendiğinde herhangi bir hastalığın komplikasyonu olarak belirtilen risklerin oldukça geniş olasılıkları kapsadığı görülmektedir. Komplikasyon olarak belirtilen bu riskler arasında esasen hekimin tedavi hatasını işaret eden birçok risk de yer almaktadır.
Örneğin bir safra kesesi ameliyatını takiben enfeksiyon gelişmesi ya da ana safra kanalına taş düşmesi gibi risklere ilaveten ana safra yolunun bağlanması, karaciğerin veya civardaki büyük damarların zedelenmesi, kesilmesi gibi risklerin tümü klasik tıp yayınlarında komplikasyon ana başlığı altında yer alan risklerdendir. Halbuki bu tip risklere hekimin özen yükümlülüğüne aykırı ve kusurlu hareketinin neden olmuş olması da muhtemeldir.
Şu halde klasik tıp literatüründe komplikasyon ifadesi ile somut hastalığın muhtemel olumsuz tüm risklerinin işaret edildiğinin ve bu terim ile hekimin komplikasyondan sorumlu tutulamayacağına yönelik hukuki tespitin her zaman örtüşmeyeceğinin altını çizmek gerekir. Zira hukuken hekime kusur atfedilmemesine sebebiyet veren komplikasyon, hekimin tüm özenli davranışına rağmen hekimden bağımsız olarak meydana gelen sonuçlardır.
Hekim somut hastalığa müdahale etmeden evvel hastalığın olası komplikasyonlarını bilebilecek durumda olup bu komplikasyonları öngörebilmektedir. Ne var ki hekim, zararlı sonucu önleyememektedir. Bu kapsamda bize göre komplikasyon hekimin bilebileceği; ancak kaçınamayacağı şekilde borcu ihlal etmesine neden olan bir fevkalade hal niteliğindedir. Hekim, gerekli tüm tedbirleri alsa dahi komplikasyonu önleyememektedir.
Komplikasyonu, özel hukuk yönünden fevkalade hal olarak tanımlamamızı takiben, tarafların, borçlunun fevkalade halden de sorumlu olacağı hususunda anlaşmasının mümkün olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Bu kapsamda hekimin sonucu taahhüt etmesi halinde bu taahhüdünün geçerli olduğunu düşünmekteyiz. Şu halde genel kural hasta ve hekim arasında akdedilen sözleşme ile hekimin özenli iş görme faaliyetini üstlendiği ve sonuç borcu altında olmadığıdır. Ne var ki hekim, müdahalenin başarılı sonucunu ayrıca taahhüt etmişse bu taahhüt geçerlidir. Hatalı burun estetiği ameliyatlarında ise sonuç taahhüdü söz konusudur.
Ancak Yargıtay’ın görüşünün aksine, hatalı burun estetiği gibi estetik amaçlı bir müdahalenin üstlenilmesi başlı başına hekimin, iş görmenin başarılı sonucunu taahhüt ettiği anlamına gelmeyecektir. Kanaatimizce böyle bir sonuç taahhüdü ancak açıkça kararlaştırılabilir. Bilhassa somut durumda hasta tarafından imzalanmış geçerli bir rıza formunun mevcut olması halinde hekimin, iş görme sonucunu üstlenmediği yönünde fiili karinenin varlığından söz edilmelidir.
İş görmenin başarı ile sonuçlanacağını taahhüt eden hekim, başarılı tedavi sonucuna ulaşamaması halinde meydana gelen zarardan sorumlu olacaktır. Ancak hekimin müdahalenin başarılı sonucundan sorumlu olacağı ve bu borcu ifa edememesinin mücbir sebepten ileri geldiğini ispatla sorumluluktan kurtulabileceği kanaatindeyiz. Bu ise, sonucun gerçekleşmemesi nedeni ile hastanın uğradığı zararı tazmin etmemek adına, kusur bakış açısı altında esas alınacak özen ölçütünü yükseltmektedir. Hekim, mesleğe özgü basiretli hekimin tıbbi faaliyeti neticesinde de komplikasyon olacağı savunması ile sorumluluktan kurtulamayacaktır.
Burada son olarak karıştırılmaya müsait bir başka olgudan söz edilmelidir: Hekimin, müdahalenin başarı ile sonuçlanacağını taahhüt etmesi ile hekimlik ücretinin sonuca bağlı olması farklıdır. Hekimlik ücretinin, müdahalenin başarılı olması halinde muaccel olacağının kabul edilmesi halinde ücretin şarta bağlı olduğu hekimlik sözleşmesi mevcuttur.
Müdahalenin başarılı olması şartı gerçekleşmezse hekim, kendi ediminin karşılığı olan ücrete hak kazanamayacaksa da sonucun gerçekleşmemesi nedeni ile doğan zararı gidermekle yükümlü değildir. Zira hekim burada başarılı müdahale sonucunu taahhüt etmemiş, kendi ediminin karşılığı olan ücret alacağının belirli şartların gerçekleşmesi halinde muaccel olacağını kabul etmiştir. Konu ile ilgili olarak literatürdeki şu makaleden yararlanılabilir:
HATALI BURUN ESTETİĞİ SONUCU EKONOMİK GELECEĞİN SARSILMASI
Hastanın, hatalı burun estetiğine ilişkin tıbbi müdahale sonrası oluşan zarardan dolayı ekonomik geleceği sarsılmış olabilir. Burada çalışma gücünün kaybından doğan zararların dışında ekonomik geleceğin sarsılmasının meydana getireceği zararlar söz konusudur. Çalışma gücünde meydana gelen bir zarar olmamasına rağmen meydana gelen zararları kapsar. Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar, çalışma gücü kaybının hesaplandığı şekilde hesaplanır.
Manken olan hastanın burun estetiği ameliyatı sonrası hekimin kusuru sebebiyle istenilen sonuç elde edilmemesinden sonra çalışma gücü kaybı olmamasına rağmen artık iş bulamaması durumunda ekonomik geleceğin sarsılmasından söz edilecektir. Konu ile ilgili olarak literatürdeki şu makaleden yararlanılabilir:
HATALI BURUN ESTETİĞİ TAZMİNAT BOYUTU
Hatalı burun estetikleri çok sık karşılaşılan bir durum olduğundan bunun maddi ve manevi sorumluluk izahatı yapılmalıdır. Söz konusu sorumluluğun kökeni öğretide farklı görüşlere dayandırılmaktadır. Buna göre sorumluluk eser sözleşmesinden doğabileceği gibi, hizmet sözleşmesinden de doğabilir. Ancak bunların hepsinin, yani işin sözleşmeye aykırılık boyutunun önünde bir haksız fiil sorumluluğu bulunmaktadır.
Haksız fiil sorumluluğunun fiil, netice, hukuka aykırılık ve kusur olmak üzere 4 şartı vardır. Hatalı burun estetiği operasyonlarında fiil, netice ve kusur şartlarının zaten kendiliğinden ortaya çıktığını söylemek gerekir. Burada tek tartışılması gereken husus hukuka aykırılık hususudur. Zira ekseriyetle bu operasyonlardan önce hastanın rızası alınmakta ve hatta pek çok durumda hasta kendiliğinden bu operasyonun gerçekleşmesini istemektedir. Bu nedenle bu tip olaylarda genellikle hastanın rızasının var olduğu kabul edilir. Rızanın da hukuka aykırılı kaldıran bir neden olduğu düşünüldüğünde, söz konusu hatalı müdahale bakımından hekimin tazmin sorumluluğu doğmamaktadır.
Ancak, hastanın verdiği rızanın hekim tarafından aşılarak ekstra müdahalelerde bulunulması rıza kapsamında değerlendirilemez. İşte kamuoyunda bazen rastladığımız olaylarda, hatalı burun estetiği operasyonlarının kötü sonuçlanmasının sebebi, hekimin hastanın rızasını aşarak yaptığı müdahalelerdir. Dolayısıyla bu tip olaylarda hastanın rızasının var olduğu söylenemez. Rıza ortadan kalktığından hukuka aykırılık unsuru gerçekleşir ve hekimin haksız fiil sorumluluğu ortaya çıkar. 6098 sayılı TBK uyarınca da haksız fiil sonucunda hem maddi hem de manevi tazminat istenebilecektir.
HATALI BURUN ESTETİĞİNDE CEZAİ SORUMLULUK BOYUTU
Bahsi geçen hatalı burun estetiği operasyonlarının bir de kasten veya taksirle yaralama boyutunda sorumluluk kısmı vardır. Bu hallerde de yine hastanın rızası vardır ancak söz konusu hekim yaptığı hata veya aldığı inisiyatif neticesinde bu rızanın sınırlarını aşmak suretiyle olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Dolayısıyla bu hallerde de hukuka uygunluk nedeni olan rıza ortadan kalkar ve hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacağından manevi unsura göre kasten veya taksirle yaralama suçları oluşur.
Bu bağlamda eğer doktor hastanın direkt olarak rızasının dışına çıkıp inisiyatif alarak bazı yanlış müdahaleler yapmışsa kasten yaralamadan, gerekli dikkat ve özeni göstermemek suretiyle hastanın vücudunda zarara yol açmışsa taksirle yaralamadan sorumlu olur. Sonuç olarak hekimin maddi manevi tazminat sorumluluğunun yanında bir de cezai sorumluluğu doğabilir.
HATALI BURUN ESTETİĞİNDE İDARENİN SORUMLULUĞU BOYUTU
Söz konusu hatalı burun estetiği operasyonu eğer idarenin gözetim ve denetimi altında yürütülen bir hizmetse, yani kamu hizmetiyse yapılan operasyon sonucunda hastanın zarar görmesi de “hizmet kusuru” oluşturur. Hizmet kusuru, idarenin sorumluluğunu doğurur. Ancak burada açılacak tazminat davası, idari yargıdaki adıyla tam yargı davası, ilgili hekime değil devlete yöneltilmelidir. Zira hizmet kusurundan dolayı açılacak tam yargı davaları şahıslara değil devlete karşı açılabilir. Tabii ki de devletin daha sonradan ilgili hekime bu tazminatı rücu etme hakkı vardır.
HATALI BURUN ESTETİĞİ SONUCUNDA AÇILABİLECEK DAVALAR NELERDİR?
Hatalı burun estetiği ameliyatı sonrası maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.
Maddi Tazminat Davası: Hatalı burun estetiği ameliyatı sonrası maddi tazminat davası açılabilir. Bu davada istenebilecek maddi tazminat kalemlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
- Hatalı tıbbi operasyon nedeniyle uğranılan kazanç kaybı,
- Ekonomik olarak bu süreçte kazanabilecekken kazanamadığı maddi kayıplar,
- İlave tedavi ve hastane masrafları,
- Aynı zamanda görülen zarar sebebiyle estetik operasyon geçiren kişinin yakınları da destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilirler.
Manevi Tazminat Davası: Hatalı tıbbi estetik operasyon sebebiyle kişinin uğradığı manevi elem ve duyduğu azap sebebiyle manevi tazminat isteyebilir.
HATALI BURUN ESTETİĞİ TAZMİNAT DAVALARINDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME HANGİSİDİR?
Görevli Mahkeme: Hatalı burun estetiği sonucunda açılabilecek maddi ve manevi tazminat davalarında görevli mahkeme Tüketici Mahkemeleridir.
Yetkili Mahkeme: Hatalı burun estetiği tazminat davalarında yetki bakımından seçimlik yetkili mahkemeler şu şekildedir:
- Davacının yerleşim yeri mahkemesi,
- Tıbbi estetik operasyonun gerçekleştiği yer mahkemesi
- Davalının yerleşim yeri mahkemesidir.
HATALI BURUN ESTETİĞİ TAZMİNAT DAVALARINDA ZAMANAŞIMI
Hatalı burun estetiği davalarında Eser Sözleşmesi hükümleri uygulandığı için TBK’na göre zamanaşımı süresi beş yıldır.
HATALI BURUN ESTETİĞİ İLE İLGİLİ YARGI KARARI
Hatalı burun estetiği ile ilgili Bölge Adliye Mahkemesi Kararı (İstanbul BAM, 3. HD., E. 2018/1686 K. 2020/90 T. 31.1.2020)
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; yüzünde mevcut izlerin giderilmesi için ,tavsiye üzerine davalı doktor K1’ten randevu alarak, yüzlerindeki izlerden dolayı “dolgu yöntemi” hakkında bilgi almak için 23/03/2013 tarihinde muayenesine gittiğini, davalının yüzdeki izlerin giderilmesi için dolgu yöntemi yerine kesme-dikme yönteminin kullanılmasının daha faydalı olacağını, işlemin en fazla 10 dakika süreceğini söyleyerek, davacıya hiçbir tahlil, tetkik yapmadan lokal anestezi maddesi enjekte ederek yüzünde kesme-dikme işlemi uyguladığını,
…10 dakika süreceği söylenen operasyonun 5 saat sürdüğünü, davacının daha önce çene ameliyatı olmasından dolayı ağzında bulunan dikişleri dahi davalının hiçbir gerekçe göstermeden kestiğini, davacının bu operasyonu sebebiyle beden bütünlüğü ihlal edildiği gibi, ruhen de çöküntü yaşadığını, davalıya 6.000,-TL ücret ödediğini ileri sürerek, yaptığı 6.000,-TL ödemenin ve yaşadığı ruhsal çöküntü için de 75.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin estetik, plastik ve rekonstrüktif cerrah olarak 1988’ten beri başarılı operasyonlar gerçekleştirdiğini, bu alanda etkin olduğunu, davacının yüzündeki yaygın akne sekelleri, yanaklarda çökme tarzındaki geçirilmiş önceki işlemler için davalıya başvurduğunu, kendisine gerekli tıbbi müdahalenin yapıldığını, davacının ameliyattan sonra memnun kaldığını, 29/03/2013 tarihine kadar muayenehaneye gelerek çeşitli taleplerde bulunduğunu davalının çeşitli operasyonlar yaptığını, iddiaların gerçek duruma uymadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacıya estetik amaçlı operasyon yapıldığı, ancak söz konusu operasyon nedeniyle davacının aydınlatılmış onamının alınmadığı, bu durumun eser sözleşmesi yüklenicisi olan davalının TBK’nın 112. Maddesi, Hekim Etiği Yönetmeliğinin 26. maddesi ve Avrupa Biyotıp Sözleşmesi’nin 5. maddesi uyarınca ihbar yükümlülüğünün yerine getirilmemesi ve davacının aydınlatılmış onamının alınmaması nedeniyle sorumluluğunu doğurduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, 6.000,00 TL maddi 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Söz konusu kararı, taraf vekilleri istinaf etmiştir. Davacı vekilinin istinaf dilekçesinde özetle, mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının, davacının uğradığı ruhsal çöküntü ve manevi zararını karşılamaktan uzak olduğu, çok düşük seviyede kaldığı ileri sürülerek, daha yüksek manevi tazminat takdiri için kararın bu yönden düzeltilmesi istenmiştir.
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle, doktorların hastadan yazılı onam almalarının 1219 Sayılı Yasanın 70. maddesi uyarınca, yalnızca büyük ameliyatlar için getirildiğini, Hekim Etiği Yönetmeliği ile Avrupa Biyotıp Sözleşmesinde hastanın aydınlatılmış onamının alınma zorunluluğuna dair düzenleme bulunmadığını, Adli X2 Kurumu raporunda da davalıya kusur atfedilmediğini, bu sebeplerle verilen kararın usul ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek, kararın kaldırılmasını, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
HMK’nin 355. maddesi uyarınca, ileri sürülen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda; dava, hatalı estetik operasyon iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, taraf tanıkları dinlenmiş, davacının daha önceki tedavisi ile dava konusu operasyona ilişkin tıbbi belgeleri getirtilmiştir. Davacının sevk ve muayenesi sonucunda hazırlanan ATK 2. İhtisas Kurulunun 26/12/2016 tarihli raporunda; 20.02.2012 tarihinde X1 Üniversitesi X2 Fakültesi Hastanesi’nde 20 yıl önce çenede gerilik nedeniyle tedavi ve operasyon yapıldığı, 23.03.2013 tarihinde F1 Estetik Plastik Cerrahi Merkezi’ne yüzde yaygın akne sekelleri, çökmeler, ağız içinde geçirmiş olduğu operasyona bağlı olarak oluşmuş çok sayıda kısıtlılık yapan britler (yapışıklıklar) şikayetleri ile başvurduğu,
…burada ağız içindeki britlerin kesildiği, yüzde ve alındaki belirgin nedbelerin çıkarıldığı, çukurlukların her iki yanak bölgesinde içerden yağ dokuları kaydırarak azaltıldığı bildirilen davacı hakkında düzenlenen adli ve tıbbi belgelerde yukarıya kaydedilen bilgi ve bulgular birlikte değerlendirildiğinde; kişinin yüzündeki izlerin tamamen geçmeyeceği, söz konusu klinik tabloyu gidermeye yönelik tıbbi yöntemlerin kullanılabileceği, kişiye uygulanan yağ yer değiştirme, nedbe revizyonu ve yağ enjeksiyonunun bu tıbbi yöntemlerden olduğu, dosya içeriğinde işlem ile ilgili aydınlatılmış onam bulunmadığı, onam alınmamış ise bunun eksiklik kabul edilmesi gerektiği, hastanın usulüne uygun bilgilendirilip bilgilendirilmediği konusunun hukuksal değerlendirme gerektirdiği mütalaa edilmiştir.
Dava konusu olayda, hekim ile hasta arasındaki sözleşmede vekâlet hükümlerinin uygulanması gerekir. Vekâlet sözleşmesinin niteliği gereği sonucun garanti edilmesi mümkün değildir. Ancak vekil yani hekim hasta için en emin yolu seçmek zorundadır. Davacı iş sahibi, estetik operasyonun ayıplı yapıldığını iddia ettiğine göre uyuşmazlığın işin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu’nun ayıba ilişkin hükümlerine göre değerlendirilip çözüme kavuşturulması zorunludur. Nitekim Yargıtay 15.H.D. 2017/2329 esas, 2019/2441 karar sayılı ilamında da aynı ilkeler vurgulanmıştır.
Somut olayın niteliği itibarıyla, davalı tarafın, hasta bilgilendirme ve onam formu yapıp yapmadığı ve yapılmadı ise bunun davalı tarafa kusur olarak yüklenip yüklenmeyeceği hususunun irdelenmesi gerekmektedir. Konu ile ilgili mevzuat hükümleri incelendiğinde, Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 24-31. maddeleri ile Hekim Etiği Yönetmeliği’nin 26. maddesinde ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiş,
…1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinde de, rıza şartını tedavinin ön koşulu olarak benimsemiştir. Bu konuda, yani rıza ve muvafakatin ve aydınlatmanın ispatı konusunda ise genel hükümlere göre ispat konusu çözümlenmelidir. Davalı tarafın bu rıza ve aydınlatmayı kanıtlaması gerekmektedir. Ayrıca onamın aydınlatmayı da kapsaması gerekir.
Aydınlatma ile ilgili olarak 6023 sayılı Yasa’nın 59/g maddesi uyarınca çıkartılan Hekim Etiği Yönetmeliği’nin 26. maddesinde “Hekim, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır.
Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. “Denilmiştir. Görüldüğü üzere, aydınlatma konusunda pek çok düzenleme mevcut olup, muvafakatin alınıp, hastanın aydınlatıldığı konusunda da ispat külfeti hastane ya da hekimdedir. Büyük ameliyatlarda rızanın yazılı olması gerektiği halde, diğer müdahalelerde ispatı konusunun ise genel hükümlere göre belirlenmesi gerekir.
Avrupa Biyotıp Sözleşmesinde de benzer düzenlemeler getirilmiştir. Dosyada bu konuda yazılı bir belge bulunmamaktadır. Tanık beyanları ile olayın meydana geliş şekli dikkate alındığında, bu onamın alınmadığı anlaşılmaktadır. Dairemizce, bu durumun işlemi yapan hekiminin kusurlu sayılmasını gerektirdiği şeklinde değerlendirilmekle, davalı tarafın yerinde görülmeyen istinaf talebinin HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca reddine karar verilmesi gerekmiştir.
Davacının istinaf sebeplerinin incelenmesiyle; olay tarihinde yürürlükte olan 6098 sayılı TBK m. 56 hükmüne göre hâkimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22/06/1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir.
Davalı hekime yukarıda açıklanan sebeple izafe edilen kusurun niteliği, olayın oluş şekli ile yukarıdaki ilkeler göz önüne alındığında davacı yararına 6.000,00 TL manevi tazminat takdirinin hakkaniyete uygun olduğu değerlendirilmekle, davacının da yerinde görülmeyen istinaf talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HATALI BURUN ESTETİĞİ DAVALARINDA SAĞLIK HUKUKU AVUKATI SEÇİMİ
Sağlık Hukuku ile ilgili mevzuat, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Avukatlık Kanunu veya başka herhangi bir mevzuatta ‘sağlık hukuku avukatı’ adı altında özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Sağlık hukuku avukatı, genel adıyla malpraktis davaları olmak üzere, hatalı burun estetiği ameliyatları, devlet hastanesinin ve özel hastanenin sorumluluğunda, hekime rücu davalarında, hekimin aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesinden kaynaklanan durumlar, gelişen komplikasyonlar, yanlış tıbbi müdahaleler, hatalı estetik ameliyat davaları ve işlemlerinde uzmanlaşmış veya çalışmalarını bu alanlara yoğunlaştırmış bir avukatı ifade eder.
Ankara Malpraktis Avukatı Akademik Hukuk & Danışmanlık’ta
Ankara sağlık hukuku avukatlarının en tecrübelileri ile karmaşık olayları kısa zamanda çözen uzmanları Akademik Hukuk & Danışmanlık kadrosunda bulunmaktadır. Malpraktis davalarında hastanelerin sorumluluğu konusunda bilgi almak için İletişim Bilgilerimiz’e tıklayarak bizi arayabilirsiniz. Bununla birlikte ofise gelmeden istediğiniz yerden görüntülü ve farklı şekilde iletişim kurmak ve bilgi almak için Online Danışmanlık Sistemimizden randevu alabilirsiniz.
Hatalı burun amleiyatı tazminat davası dışında Sağlık Hukuku ile ilgili şu makalelerimiz de dava ve diğer süreçlerinizde size yardımcı olabilir: